23 Ocak 2016 Cumartesi

Küçük bir KAPTAN anısı..

Sezonun en önemli maçında  küme düşmek üzere olan rakibe karşı dakikalar yavaş yavaş erimekte. Rakibin kontra ataklarının ardı arkası kesilmiyor. Biraz şans biraz beceriksizlik sayesinde fark açılmıyor. Sahada birbirimize endişeli gözlerle bakıyoruz. Rakibin yere yatmaları, yavaş hareketleri, hakaretleri ve hakemin bunlara göz yumması endişemizi bir kat daha arttırıyor. Top kullanmak, risk almak kimileri için imkansız denecek kadar uzak. Hoca kenardan " Haydi olacak merak etmeyin hadi aslanlarım " diye bağırmaktan helak olmuş durumda. Koskoca ikinci yarıda rakip yirmi dakika yerde yatıyor ve her yere yatışlarında sahada ki en inanmış adam gelip " Yatın yatın nasıl olsa atacağız " diyor. Sadece söylemekle kalmıyor tabi. Koşuyor, top kullanıyor, arkadaşlarını yönlendiriyor, rakiple boğuşuyor. Biz onu gördükçe daha fazlasını yapmak için çabalıyoruz; onun inandığına bizde inanıyoruz. 
Dördüncü hakem uzatma dakikalarını göstermek için tabelayı kaldırıyor. En az on dakika olması gerekirken beş dakikayı görünce beynimizden vurulmuşa dönüyoruz. Bir tek o sakin. " Merak etmeyin atacağız " diyor. Diyor ama topun kaleye girmek gibi bir niyeti, bizimde inancımız yok artık. 
Son şansımız frikik. Hani herkesin atıştan sonra maçın biteceğini bildiği atışlar var ya işte o türden. Ceza sahasında adım atılacak boşluk yok. Tam atış kullanılacak derken hakem uyarısı geliyor didişen oyunculara. Tekrar pozisyon alıyoruz. Gözüm onu arıyor. Her zaman durduğu yerden farklı yerde bu sefer. Boşalttığı alana gidiyorum bende. Atış kullanılıyor. Ön direkte iki kişi vuramıyor topa. Ayağımı sallıyorum; seken top kaval kemiğime çarpıp gol oluyor. Belkide şampiyonluk golü olan gol kaval kemiğiyle atılan sezonun en çirkin ama en özel golü oluyor.
Herkes ayrı yöne koşuyor. Sevinçten çılgına dönmek tabiri can buluyor o anda. 
Ona bakıyorum iki yumruğu havada bağırıyor. Koşup sarılıyoruz. Santraya doğru yürürken gözüm kolundaki banta takılıyor. Tek bir harf var bantın üzerinde. Kaptanın kısaltması olarak. İçimden "Ne farkeder" diyorum. " Büyük harflerle sahaya yazdıktan sonra kolunda yazmasa ne farkeder" KAPTAN...

15 Ocak 2016 Cuma

FİGÜRAN

Yıllardır ne iş yapıyorsun sorusuna utana, sıkıla futbolcuyum cevabını veriyorum. Karşılığında gördüğüm tepkiler kültür seviyesi, yaşı, mesleği, cinsiyeti ne olursa olsun yüzde doksan aynı şekilde oluyor. Doğal olarak ilk soru "Hangi takımda oynuyorsun?" oluyor. Ve hemen arkasından "Ne kadar kazanıyorsunuz?" geliyor. Belkide  hiçbir meslek grubu bu soruya bizim kadar maruz kalmamıştır. Kolayca savuşturamazsınız üstelik; çünkü en ince ayrıntısına kadar anlatmazsanız tatmin olmazlar. Hele ki yakın bir akraba falan sorduysa söylemediğinize pişman edebilir sizi. "Korkma oğlum para istemeyeceğiz" ya da "Paranda gözümüz yok" diyerek sitem etmeleri olasıdır. Soruyu soran kişi erkekse para mevzusunu takiben konu futbolculuk anılarına gelir. Babam izin vermedi, sakatlandım, hoca hakkımı yedi ondan bir yerlere gelemedim; genel futbolcu olamama sebepleridir. Kendi değilse bile mahallede çok yetenekli bir çocuk vardır ama o da aynı sebeplerden futbolcu olamamıştır. Hem torpil olmadan olmazdır bu işler. Adamın olmalıdır. (Şair burada alttan alttan futbolcuya giydirir)
Tüm bu konuları atlattıysanız sıra en önemli konuya nasihata gelir. "Yatırım yap." , "Paranı iyi değerlendir" , "Sigara içme" gibi saymakla bitmeyecek nasihatlar arka arkaya sıralanır. Çoğunluklada kelin ilacı olsa cinsinden nasihatlerdir. 
Bizler ortalama on iki yaşından  on sekiz yaşına kadar antrenman yapıp mesleğe ön hazırlık yaparız. Profesyonelliğe geçiş sonrası aşırı şanslı değilsek ilk iki sene bedavaya oynarız. Çünkü altyapıdan çıkan oyuncuya boş mukaveleye imza attırmak ülkemizin genlerine işlemiştir. Ancak üstümüze başımıza ya da ailemize ufak miktarda yardım edecek kadar para elimize geçer. Eğer başarılı olur kendini kabullendirirsen para kazanmaya başlarsın kulübünde ama bu para da takımdaki diğer oyunculardan düşük olacaktır mutlaka. Sonraki yıllarda bir takımda ne kadar uzun süre kalırsak o kadar çok para kazanırız. Çünkü bir takımdan ayrılmak demek alacaklarınızı bırakmak demektir çoğunlukla. Sakatlıkları, cezaları falanda hesaba katarsanız futbol yaşantımızın altı yedi senesi boşa geçer. Bu konuya üst düzey oynayan nadir futbolcuları katmıyorum tabi ki. Geriye kalan yıllarda kazandığımız para ile hem geleceğimizi planlamak hem de belli bir standartta yaşamak zorundayız. Eğer gerektiği gibi çok karlı yatırımlar yapmazsak kabus dolu günler yaşamamız kaçınılmazdır. 
Düşünün futbol oynamaktan başka hiçbir şey yapmamış bir insan ne yapabilir otuzlu yaşlarının sonuna gelmişken. Hayata sıfırdan başlamak çoğu insanın kendi tercihiyken bizim mecburiyetimiz oluyor dolayısı ile.
Hayatının en güzel çağlarını kamplarda geçiren, sevdiği insanların bırakın mutlu günlerini cenazelerine dahi iştirak edemeyen, fiziken ve ruhen yıpranmış insanlar olarak mezun oluyoruz futboldan. Dışarıdan toz pembe gözüküyor hayatlarımız ama emin olun o gördüğünüz görkemli yaşamları çok küçük bir futbolcu kesimi yaşıyor.  
İşte aynı filmlerde ki gibi başrol oynayan bir kaç kişi ile beraber bizde göz önündeyiz ama figüran olarak noktalıyoruz kariyerimizi...


10 Ocak 2016 Pazar

PENALTI

Penaltı futbolun tartışmasız en heyecanlı anıdır. Futboldan anlasın anlamasın farketmez her insan penaltı atışlarına bayılır. Maç bitsinde dizimizi izleyelim diyen kadınlar bile "Ay madem bu kadar uzadı penaltılara kalsın da heyecan görelim" diye çark eder. Penaltı izleyen için zevklidir ama atan için çokta zevkli sayılmaz bazı maçlarda. Hatta tek bir penaltı futbolcunun hayatını kabusa çevirebilir. Mesela Roberto Baggio dünya kupası finalinde penaltı kaçırdıktan sonra mahallede kimse Baggio olmuyordu; maç yaparken ya da dokuz aylık oynarken. Ne kadar zor olabilirdi ki penaltı atmak. Hem öyle bizim gibi yedi adımlık kaleye değil tam yedi metre otuz iki santim kale yerine auta atmıştı topu. Bizde aynı hızla Baggio'yu atmıştık auta. Sadece biz değil tabi tüm dünyada yerden yere vurulmuştu Baggio. Bende o acımasızların arasındaydım o zaman. Sonradan öğrendim ki penaltı kolay gözüksede bir çok etkenin birleşmesiyle kabusa dönüşebilirmiş. Kaçıncı dakika olduğu, rakibin durumu, ismi, puan durumu, deplasman, iç saha, zemin, hava şartları ve daha bir çok etken atışı kolaydan zora çevirebilirmiş ama ben nereden bilebilirdim ki bunları.
Geçen senelerin ardından penaltı atmayı öğrendim ve her çeşit penaltı atışına da şahit oldum. Tüm gücü ile vuranlar, dipleyenler, kalecinin hareketine göre köşe seçenler, ortaya vuranlar, daima aynı köşeye vuranlar ve kafasına göre takılanlar. Penaltıda çoğu oyuncunun ritüeli vardır. Gerilirken hep aynı sayıda adım atmak, topu öpmek, atacağın köşeye bakmamak, hep aynı duayı etmek, konç düzeltmek, gözlerini kapatmak ve daha bir çok garip totem görebilirsiniz. Bunların yanında kaleye sırtını dönmek,topu ayakla dikmek ya da penaltıyı yaptıranın atması da uğursuzluk sayılır ve genellikle yapılmaz. Kaçırma ihtimaliniz atışınıza göre yükselir yada azalır. Kaleciye bakarak atıyorsanız kaleci siz vurana kadar kımıldamazsa yüksek ihtimal kaçırırsınız ama hemen hemen her kaleci vurulmadan hareket eder. Köşeniz belliyse ve değiştirmiyorsanız kaleci erken hareket ederse  kaçırırsınız. Çok sert vuruşlar garanti gözüksede aut riski taşır. Topu diplemek başlı başına sanattır. 
Enteresan bir durumda teknik kapasitesi yüksek oyuncuların penaltı kaçırma ihtimalinin daha fazla olmasıdır çünkü tekniği sınırlı oyuncular yapabileceği en iyi vuruşu yapmak için konsantre olup elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken; teknik oyuncular rahattır ve yüksek özgüvenleri hatayı doğurur. Solak oyuncular penaltı atamaz klişesi bundan dolayı çıkmıştır. Çünkü solak oyuncuların neredeyse tamamı tekniği iyi oyunculardır. 
En stresli penaltılar finallerde atılan seri penaltı atışlarıdır. Maçtan önce ki antrenmanda penaltı çalışılmış olsa dahi maçın şartları herşeyi değiştirir. Hatta bazen penaltı atmayı isteyecek oyuncu  bulamayabilirsiniz. İlk penaltıcı ve son penaltıcı hayati önem taşır. Bir de bunların hepsinin ötesinde sık sık yaşanan penaltı atma kavgası vardır. Penaltı olunca topu kapıp ben atacağım durumu yani. Her takımda maçtan önce duran topları kullanacak oyuncular tek tek büyük harflerle tahtaya yazılır. Fakat bazen maç esnasında biri çıkıp kendi kendine penaltı atmaya karar verir. Bu durum; penaltı kaçırıldığı takdirde bu hareketi yapan kişinin kendi kullansada kullanmasada günah keçisi olacağı durumdur doğal olarak. Kendi kaçırırsa "Bu takımın penaltıcısı var" penaltıcı kaçırırsa "Konsantrasyonu bozdu" olur. Gerçekten de penaltıdan sorumlu olan oyuncu için de sıkıntılı bir durumdur. 
Futbol tarihi penaltı kaçırarak tarihe geçmiş oyuncularla doludur. Ama içlerinden Deportivo'yu şampiyonluktan eden Djukic'in penaltısı belkide en can alıcısıdır. Ligin son maçında doksanıncı dakikada kazanılan penaltıyı kaleciye teslim etmişti Djukic hatırlarsanız. O durumda bile  alkışlarla beraber, sevgi seli içerisinde uğurlanmıştı taraftarlar ve takım arkadaşları tarafından. İşin aslı Bebeto topun başına geçmeye cesaret edememiş; bunun üzerine tüm sorumluluğu Djukic almıştı üzerine. İşte tam bu sebepten penaltı atmak yürek işidir. Belki futbolunuzla değil ama zor zamanda ortaya koyacağınız yüreğinizle tarihe geçebilirsiniz; attığınız penaltı gol olsada olmasada...

7 Ocak 2016 Perşembe

ALTYAPI

Çok sık duyduğumuz bir klişedir "Altyapıya önem vermek". Kulağa çok hoş gelir. Fakat son yıllarda endüstriyel futbol her deliğe girip futbolun tüm saflığını yok etmiş durumda.Tüm dünyada futbol siyasete,mafyaya,reklam ve yayın sektörüne yenilmiş durumda.Bu durumda son kalemiz tertemiz altyapılar olarak gözüküyor.Şu an geçmişe dönme şansım olsa hiç düşünmeden ömür boyu altyapıda oynamayı isterdim.Saf arkadaşlıkların olduğu,yokluğun,bir şişe suyun,kramponun,cebindeki son paranın kısacası insanın kardeşiyle paylaşabileceği ne varsa onun paylaşıldığı o günlere dönmek ve futbol yaşantımı o saflığın içinde bitirmek;bu sporu yaparken yaşayabileceğim en büyük haz olurdu.Paranın olmadığı bir dünya altyapı.Galibiyet para kazandırmaz,şampiyonluk primi giydiğin formanın sana hediye edilmesidir. Mağlubiyetlerde ağlamaktır hep beraber;yalansız dolansız içten sarılıp teselli etmektir birbirini.Arkadaşına:"A takıma çıkarsan bizide görürsün artık demektir" altyapı.
Son zamanlarda altyapıların gelişimi için düzenlenen dünya çapında organizasyonlar var.
Menajerler,izleme komiteleri,reklamcılar hepsinin gözü bu organizasyonlarda. Ve hızla tüketiyorlar bu organizasyonlarda gençleri o veya bu şekilde. Daha sık duyar olduk "Altyapıya önem vereceğiz" laflarını. Altında yatan sebepler gençlerin daha iyi gelişimi için olsa inandırıcı olabilirler aslında ama amaç her zaman daha çok para! 
Siz boşverin şampiyonlukları falan kendi takımınızda mahallenizden yetişmiş altı,yedi oyuncu olması kadar büyük mutluluk olabilir mi taraftar için. İşte bu yüzden yöneticiler,menajerler,reklamcılar falan değil siz önem verin altyapıya.Onlar değil siz yönelin altyapıya ki düşmesin son kalemiz temiz kalsın çocuklarımız...

5 Ocak 2016 Salı

PAPAZ

Bir futbol takımının olmazsa olmazı taraftar tabiriyle papaz futbolcularıdır. Papaz denilince  genellikle fazla koşmayan,gençlere bağırıp çağıran,yeri geldi mi döven hatta hoca üzerinde bile etkisi olan oyuncu akıla gelir ki haklı sayılabilecek bir tabir diyebilirim.Bir takımın başarısında bu oyuncu veya oyuncuların rolü çok önemlidir. Ben papazları kupa ve sinek papazı olarak ikiye ayırıyorum. Sinek papazları sahada faydalı olmayan,gereksiz yere bağırıp çağıran,fazla sevilmeyen,saygıyı ise sadece yüzüne karşı gören,herşeyi kendine hak gören geçmişiyle övünen egosu yüksek memnuniyetsizlerdir.Kupa Papazları ise yeri geldiğinde otoriter yeri geldiğinde sevecen yaklaşır,mesafesini korur,sahada ağırlığını hissettirir,gerektiğinde yönetime,hocaya karşı takım arkadaşlarını savunur,takımda derdi olan personel dahil ilk ona koşar.Takımın yönünü belirleyen önemli faktörlerden biridir.Genç oyuncular için iki çeşitte takıma gereklidir ki doğru yanlış ayırımı yapabilsinler.Papazları iyi yönlendirebilen teknik direktörler başarılı olurlar.Fakat ne yazık ki hangi tür olursa olsun başarısızlık durumunda ilk kadro dışı kalacak oyuncular listesinin başında bu oyuncular gelir.En ufak başarısızlığın aksiliğin cezası Papazlara kesilir.Genç olduğum dönemlerde bir çok papaz oyuncuyla tartışmışlığım hatta kavga etmişliğim bile var.Fakat geriye dönüp baktığımda yaşadığım şampiyonluklarda ne kadar büyük katkıları varmış şimdi anlıyorum.Şampiyon olmuş bir takım hatırası olarak:
"Maç başları dağıtılmış herkes elinde kimisi kalın kimisi orta halli zarflarla odasına dağılmıştır. Paraları güvenli bir yere koyup her zaman kalabalık olan muhabbet odasına elde çayla geçilir. Kahkahalar havada uçuşurken kapı açılır.Suratı asık genç bir oyuncu Papazımızın yanına gelir."Abi bana ödeme yapmadılar.Dün kızım bebek istedi şimdi ben alamadan nasıl eve gidicem"der.Gözleri dolar ve cevap beklemeden kaçar gider odadan.Sessizlik çöker odaya.Çaylar bile buz keser.Herkes başı önde yere bakar utanır az önceki neşe dolu halinden.Papazımız tek kelime etmeden yerinden kalkar.Muhasebeye gider.Sesi tüm tesiste yankılanır.Elinde zarf genç oyuncunun odasına girer.Herkes odasına döner ve o gün hakkında tek kelime konuşulmaz.Takım şampiyon olur üstünden seneler geçer ama hala kimse bilmez o zarfı kimin doldurduğunu..."

4 Ocak 2016 Pazartesi

ISIN-MA-K

Hemen hemen tüm futbolcular ısınmaktan nefret eder. Her ne kadar sakatlık riskini en aza indirmek için iyi bir ısınmanın gerekliliğinin farkında da olsak maalesef sevmiyoruz sevemiyoruz.Senelerdir bekliyoruz bir hap falan çıksında şu ısınma işi son bulsun diye ama İsviçreli bilim adamları henüz bir çare bulmuş değiller.Kolları çevir,topuklarını kıçına vur,yan yan koş,hafif tempo aç hoop ordan açma germeye geç ritmik takım halinde hareketler falan ooo yok yok bitmez arkadaş zaten üç kuruşluk enerjimiz var o da ısınmada uçtu gitti.Antrenmandan da saymazlar ısınmayı. Hoca antrenman süresini söylerken "ısınmayı saymazsak bir saat on beş dakikalık antrenmanımız var" der. Niye saymıyorsun arkadaş madem sayılmıyor niye yaptırıyorsun bırak evde yapıp gelelim.Bu kadar nefret etsek bile maç ısınmasının yeri ayrıdır. Bacaklar yağdan parıl parıl parıldar,saç baş yapılı,dövmeler görünücek şekilde ayarlı,olabilecek en karizmatik şekilde sahaya çıkılır. İki bilemedin üç tur koşulur o arada çaktırmadan taraftarlar kesilir.Tanıdık simalara gülümsenir. Sonra takım halinde hareketler başlar o esnada taraftar yumruk şov için tek tek tribüne çağırır. Önce duymamazlıktan gelirsin ki biraz daha yüksek sesle bağırsınlar.Öyle çokta beklenmez haa ayarını bileceksin. Dar alan oyuna geçilir.Arkadaşa bacak arası falan atılmaz rencide edilmez maç öncesi morali bozulmaz. Hafif ter çıksın yeter.Sonrasında karşılıklı uzun  toplara geçilir bir iki estetik hareket falan sıkıştırılır araya ve ısınmanın son kısımı başlar. Bu kısımda yedek kaleciye büyük iş düşer.Kaleye şut atan arkadaşlarından gol yemek için elinden geleni yapar. Soyunma odasına girmeden son motivasyonu o sağlar takıma.Geriye kalan deparlar prosedür gereği atıldıktan sonra taraftar son kez alkışlanır ve soyunma odasına gidilir. İyi ısınma beyler Haydi haydi haydi kazanıyoruz bugün!!!

3 Ocak 2016 Pazar

İLK GÜN

Altyapıdan A takıma geçiş futbolcunun sanılanın aksine en sancılı dönemidir. Hele ilk gün mutluluktan,heyecandan ölebilirsiniz.Yıllardır hayalini kurduğunuz gün gelmiştir sahada neler yapacağınız bile ezberinizdedir.Gelin görün ki koca bir hayal kırıklığıdır.Ne sahada istediğinizi yapabilirsiniz ne de yapmanıza izin verirler.Antrenmanlarını izlediğiniz,televizyonda maçlarını kaçırmadığınız hayran olduğunuz adamlarla aynı sahadasınızdır. Normal şartlarda o adamlarla eşit olmanız gerekir çünkü sahada ne yaş ne kariyer ne de sosyal statünüz önemlidir.Ama bizim ülkemizde eşit değilsinizdir ve bunu ilk hatanızda sizi azarlayan abiniz (ki her takımda en az bir tane bulunur) size hatırlatır.Yaşadığınız şaşkınlık ve moral bozukluğu ile nasıl bittiğini bile anlamadığınız antrenman sonrası sıra duş faslına gelir.Duş sayısı yeterliyse rahatça duşa girebilirsiniz değilse beklemek zorundasınız.Nasıl davranacağınız konusunda en ufak bir fikriniz yoktur. Kimseye bakmamaya çalışarak giyinirsiniz.Orada olduğunuz bile belli değildir aslında ama yinede temkinli davranırsınız.Yemekte de aynı durum geçerlidir.Birinin yerine oturmamak için bekler herkes oturduktan sonra oturursunuz. Yemek biter takım dağılır.Eğer biri nereye gidiyorsun yada araban var mı diye sormazsa ilk gün olduğu için utanır sizde kimseye bir şey soramazsınız. Herkes lüks arabasına binip evine yada senin bir aylık harçlığına denk gelen paraya kahve içmeye gider. Sen otobüse biner kendi gerçeğine dönersin.O güne kadar A takıma çıkmak işi bitirmek diye düşünürken aslında en zor kısıma yeni başladığının farkına varırsın otobüs sallanarak ilerlerken. Sokak kapısının önünde bozulan moralini belli etmemek için kendini toparlar yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirirsin.Zili çalar eve girersin;tüm aile gözlerinin içine bakar anlat diye. Umutları kırılmasın diye bambaşka bir hikaye anlatırsın.İlk günden hoca seni çok sevmiştir ve tüm abilerin sana çok iyi davranmışlardır hatta çift kale maçta 1-2 gol bile atmışsındır...

2 Ocak 2016 Cumartesi

Bilinmeyen Futbol

Merhabalar..  
Bugüne kadar futbol ile ilgili bir çok yazı okudunuz.Taktik,teknik,istatistik hatta ileri gidip psikolojik kısımlarını yazanlar bile oldu. Peki ya bilmedikleriniz? Antrenmandan önce neler olur? Maçlardan önce ne yenir? Kim ne konuşur? Gece kulüplerinde futbolcuların işi ne? Kazanılan para nasıl harcanır? Transferler nasıl gerçekleşir? Taraftar futbolcuya ne ifade eder? Aklınıza gelebilecek her sorunun cevabını bu sayfada bulabileceksiniz. Gerek kendi futbol yaşantımdan gerek bildiklerimden yaşanmış kimi zaman hüzünlü kimi zaman komik anılarla sizlere futbolun hayat kısmını anlatmaya çalışacağım umarım beğeniyle takip edersiniz. Şimdilik hoşçakalın...