26 Şubat 2016 Cuma

BİR YILDIRIM MASALI ⚡️⚡️⚡️

Bir salı günü klasiğimiz olan  her hafta aynı takımlarla oynadığımız, yarı sahada yaptığımız çift kale maçımız başlamak üzereydi. Ortaya koyduğumuz bahsi sürekli değiştiriyorduk. Baklava, muz, tişört, çikolata gibi küçük ödüller alıyordu kaybeden takım. Lig maçlarını aratmayacak sertlikte ve tempoda geçiyordu genellikle. Sanırım başarımızın sırrı da bu maçlarda gizliydi. 
Henüz yağmur başlamamıştı ama fena yağacağı belliydi üzerimizdeki kapkara bulutlardan. Hocada yağmur başlamadan önce idmanı bitirmek için acele şekilde, elinde topla orta sahaya geldi. Basketbol gibi hava atışıyla oyunu başlatmak için iki kişi çağırdı. Topu havaya attığı anda bembeyaz bir ışıkla beraber kafamın arkasında büyük bir acı hissettim. Aynı anda yüzüstü yere çakıldım ve bu seferde kafamın ön tarafını yere çarptım. Sonra acıyla beraber heryer karardı. 
Gözümü açtığımda her yerimde kablolar vardı; koluma ise serum bağlıydı. Hemen yanımda da kalp ritmini gösteren o sinir bozucu cihaz. Karşı yatakta Önder yatıyordu.  Kendimi göremiyordum ama Önder'in haline bakılırsa pek iyi durumda değildim. Hemşire butonuna bastım. Ne olduğunu sordum. "Üzerinize yıldırım düştü" dedi. Yüzünde şaka yaptığına dair en ufak bir belirti yoktu. "Ama merak etmeyin korkulacak bir şeyiniz yok" dedi. Kulağa komik geliyordu ama gerçekten de sahaya yıldırım düşmüştü. Tüm ana haber bültenlerine son dakika haberi olmuştuk. Yaşadığımız öyle büyük bir boyuta ulaşmıştı ki telefonla konuşana dek öldüğümüzü düşünenler bile olmuştu.
Bir kaç saat sonra yaşanan korkunç olayı unutmuş dalga konusu yapmıştık. Sanki yoğun bakım ünitesinde değil beş yıldızlı otelde tatil yapar gibi her isteğimizi ayağımıza getirtiyorduk. 
 Anlatılanlara göre; sesi duyunca koşup pencereden bakan şoförler odası başkanı bizi sahada yerde yatarken görmüş. Panik halde ambulansın anahtarını kapıp bizi hastaneye yetiştirmek için sahanın kenarına gelmiş. Baygın olanlar sağlam olanlar tarafından taşınırken aceleden ambulansta unutulan tabut dışarı çıkarılmış. Yarı baygın vaziyette tabutu gören Önder öldüğünü düşünüp tamamen bayılmış. O anda çok kötü durumda olmayan arkadaşlarda çok geçmeden fenalaşıp hastaneye kaldırılmış. Hemen peşimizden yoğun bakıma alınan hava atışı mağduru müzmin yedek Sefer "Yıldırıma kafa attım daha ne yapayım?" diye sayıklıyormuş. Herkes baş ağrısı, dönmesi ve mide bulantısından şikayetçiyken fırsattan istifade malzemecimiz Mehmet abi bel ağrısı şikayeti ile hastaneye gitmiş. O sırada eğilmiş vaziyetteymiş çünkü. Doktordan önce hocamız teşhisi içine yıldırım kaçması olarak koymuş. Hocamız hemen arkasından "Bu havada antrenman yaptırılır mı?" diyen doktora da koymak fiili ile biten cümleler kurduktan sonra basına açıklama yapmak üzere tesisin yolunu tutmuş. Sağolsun federasyonda hafta sonu yapacağımız maçı iptal etmiş. Bizede gökten üç elma yerine iki yüzbin volt kadar elektrik ardından da teselli ikramiyesi olarak üç gün istirahat etmek düşmüş. Sonsuza kadar mutluluk kısmı ise muamma. 
  • Tebessüm ile andığım bir anıyı paylaştım sadece. Ama gerçek şu ki o meşhur beyaz ışığı görüp geri geldim. Pamuk ipliği ile bağlı olduğumuz hayat herşeye rağmen çok güzel. Pamuk kelimesi pek hoş olmadı ama aklımızın bir ucunda dursun arada hatırlamakta fayda var... 

23 Şubat 2016 Salı

HADİ İNŞALLAHHH

Toulon 20 yaş altı gençler futbol turnuvası 1967 yılından beri her yıl düzenlenen dünyanın en prestijli gençlik turnuvası. 2003 yılında bende bu turnuvada bulunma şansını elde ettim. Her ne kadar forma şansı bulamasamda orada olmak paha biçilmez oldu benim için. Ülkemiz adına başarısız bir turnuva geçirerek gruptan çıkamadık. O yılın şampiyonu, bizide 2-0 yenen Portekiz oldu. Bu gün baktığımızda o dönem ki kadromuzdan sekiz,dokuz oyuncunun futbolu bıraktığını;   geride kalanlardan Serkan Balcı, Semih Şentürk, TolgaZengin, İbrahim Akın dışındakilerin pek kayda değer çıkış göstermediklerini görürsünüz. Ülke sınırları dışına ise tek bir oyuncu çıkamadı. Fakat o dönemin Portekiz kadrosundan Ronaldo, Meirelles gibi oyuncular dünya yıldızı oldular. Hatta Mascheranolu Arjantin takımından 8 gol yiyen, bizimde 1-0 yendiğimiz İngiltere bile Glen Johnson gibi üst düzey bir oyuncu çıkardı. 
Ülkemizin 17-21 yaş arasında oynadığı milli maçlarda oyuncularımızın çoğunlukla diğer oyunculardan yetenek olarak üstün olduğunu görürsünüz. Fakat kültür düzeyimiz, mental gelişim yetersizliğimiz, antrenman bilimindeki eksikliğimiz en önemli gelişim evresinde oyunculara sınıf atlatamıyor. Günlük başarıya odaklı teknik direktörler genç oyunculara şans vermek yerine kalitesiz yabancı oyunculara yada daha önce denenmiş olmasına rağmen yaşlı yerli oyunculara forma veriyor. Ayrıca yıllardır içinde bulunduğum takımlarda bir kaç antrenör dışında genç oyunculara pozisyon almasını ya da nerde ne yapması gerektiğini öğreten birine de rastlamadım. Oyuncunun her şeyi kendiliğinden yapması bekleniyor. Bu okuma yazma bilmeyen birinin kitap okumasını beklemek gibi bir şey futbol için. Bu zihniyet sonucunda kısa zamanda öğrenilecek temel bilgiler uzun vadeye yayılıyor. 27-28 yaşında gelişimini tamamlayan çoğu oyuncu için artık herşey için çok geç oluyor. 20 yaşında gitmesi gerekirken 28 yaşında Barcelona'ya transfer olan Arda Turan bunun canlı kanıtıdır.  
Tüm bunlara rağmen son yıllarda yurt dışına gönderdiğimiz oyuncular ülke futbolumuzun gelişimi açısından umut verici. Özellikle Altınordu kulübünün akademi zihniyeti ve yerli oyuncuya olan inancı ezberleri bozmuş durumda. Federasyonumuz da tesis olarak yeni atılımlar yapmakta ve donanımlı antrenör yetiştirmekte kararlı görünüyor. 
On yıl sonra çok farklı bir genç nesil görmek, tüm dünyada söz sahibi olmak... 
Hadi inşallah!!!
 

17 Şubat 2016 Çarşamba

BÜYÜK TAKIM !FUTBOLCUSU!

Futbol tarihi büyük kulüplere büyük umutlarla, astronomik rakamlarla transfer olan bir çok oyuncuya sahiptir. Kimileri efsaneleşmiş adını tüm dünyaya ezberletmiş, çocukların idolü olmuş, insanların hayallerini süslemiştir. Kimileri de kısa sürede yok olup isimlerini kaybedenler listesinin en üst sıralarına yazdırmışlardır. 
Büyük kulüpte oynamak futbolcu için bulunmaz nimettir. Her konuda en iyi imkanlara ve koşullara sahipsinizdir. Birlikte oynadığınız oyuncular da futbol hayatınız boyunca  birlikte oynadığınız en iyi oyunculardan oluşur. Tüm bunlara rağmen bireysel olarak başarısız olmak dışarıdan imkansız gibi görünebilir ama aslında çok ama çok zordur büyük takım oyuncusu olmak.
Öncelikle büyük takım her zaman atak oynamak zorundadır. Bu taktiksel kurguya uyum sağlamak özellikle geniş alanda başarılı atak oyuncuları için büyük zorluklara sebep olur. Tam tersine bakarsak oyunu kendi yarı alanında kabul etmeye alışkın defans oyuncularıda oyunu önde oynamanın zorluklarını yaşarlar. 
Taktiksel zorluk en kolay aşılabilir kısmıdır. Takımın tek yıldızı olmaya alışmış oyuncular her oyuncunun yıldız olduğu yerde beklediği ilgiyi göremeyebilir. Buna alışamayan oyuncu saha içinde veya dışında daha fazla şey yapmaya çalışarak hem fiziksel hemde zihinsel olarak çöker. 
İşin bir de taraftar ve camia baskısı kısmı vardır. Geldiği takımda ne yaparsa yapsın desteklenen, alkışlanan oyuncu yaptığı hatalarda tribünden gelen homurdanmalara kulaklarını kapatamazsa tekrar tekrar aynı hataları yapması kaçınılmaz olur. Buna ek olarak yerel medyadan ana akım medyaya geçişte eleştirel olarak büyük handikap yaratır.  Çünkü bazı yazarlar ve yorumcular iyi de olsa kötü de olsa mutlaka eleştirilecek kötü bir yön bulur yada yaratırlar. Okumamak veya izlememek mümkün olsa bile birileri olup biteni mutlaka anlatacaktır. Yani kaçabilmek mümkün değildir. 
Tüm bunlar yetmezmiş gibi futbolcunun her adımı takip edilir. Saha sonuçlarının özel yaşantıyı en çok etkileyen ülkelerden biri olduğumuz için ayda bir kere, izin gününde gece dışarı çıkan bir futbolcu bile eğer kötü sonuçlara aldırış etmeden çıkmaya devam ederse adı alemci olarak anılabilir. Bu durumda camiaya yakışmayan hareketler kapsamına girdiği için kısa sürede kapının önüne koyulabilir. Bu işin masum kısmı tabi ki. Diğer taraftan büyük şehirde ki talebe kayıtsız kalamayan futbolcularda fiziksel olarak çöküntüye uğrar. Buna bağlı olarak sahada yeterli performansı gösteremez. Çıktığı o görkemli sahneden tek perdelik bir oyunla veda eder seyirciye.
Büyük takımda oynamak için sadece iyi futbolcu olmak yeterli değildir. Her koşula uyum sağlamak, sürekli çalışmak, hem fiziken hem de mental olarak gelişmek gerekir. 
İyi olmak değil her zaman çok iyi olmak zorunluluktur. 

8 Şubat 2016 Pazartesi

BİR TOP, BİR ISKA, BİR ÇOCUK

Herkesten önce stada gidip bizim için ayrılan bölümde stat müdürünü beklerdik. Havalar sıcakken şort, tişört soğuyunca eşofman giyiyorduk. Avrupa maçlarına özel sarı fair play eşofmanlarımız vardı. Müdür gelip sayım yapardı kaç kişiyiz diye.  Muhakkak fazla çıkardık. Sonuçta beleş maç izlemek vardı işin ucunda. Fazla gelen arkadaşlarımız kapalı tribüne yollanırlardı ki zaten amaç oydu. Maçtan önce futbolcuları heyecanla izleyip,  ısınmada topla yaptıkları hareketleri hafızamıza kazırdık. Herhangi bir futbolcudan yüz aldık mı yapışırdık yakasına krampon, tekmelik, forma diye. Çoğu zaman elimiz boş dönerdik ama istemekten hiç vazgeçmezdik. Öne geçtik mi yavaş, ki çok ağır küfürler işitmiştim bu sebepten; mağlupsak şimşek gibi hareket ederdik. Maçta olay çıkması için dua ederdik. Çünkü olaylar sırasında sahaya atılan bozuk paralar, akbiller hatırı sayılır miktarda oluyordu. Maç bitiminde tekrar futbolculara (Galip tarafa tabi ki) koşardık isteklerimiz için. Maç biter o coşku dolu stat tekrar sessizliğe bürünürdü. Müdürün işleri bitene kadar beklerdik beş milyon olan harçlığımızı almak için. Parayı aldığımız gibi stadın önünde tek tük kalan köftecilere koşardık. Son kalan soğumuş köfteleri yarı fiyatına verirlerdi sağ olsunlar. 
İşte böyle bir bahar akşamı Galatasaray ile şampiyonluk maçına çıkıyordu Beşiktaş. Nereden bilebilirdim ki o muhteşem futbol şöleninin bana hayatımın en büyük pişmanlıklarından birini yaşatacağını. Kaptan Şifo'nun golüyle öne geçmişti Beşiktaş. Herşey mükemmel gidiyordu ki Halilagiç'in geri pasına ıska geçti Fevzi abi.
İşte ben, hep kapalı tribün önünde bekleyen ben o gün yeni açık önündeki kalede top topluyordum. İki hafta önce Fevzi abinin verdiği, üç çorapla giydiğim kramponlar vardı ayağımda. Yeşil dilleri olan, paramın asla yetmeyeceği Puma King kramponlar. Halilagiç pası verdiği anda hissettiğimden mi bilmiyorum ufak bir hamle yaptım sahaya koşmak için. Muhtemelen yakalayamazdım ama yanımda ki arkadaşım tuttu kolumdan. 
Bir insanın kaderini değiştirecektim kendisinin verdiği kramponlarla bir topa vurarak. Mahallede, hatta tüm ülkede Beşiktaşlılar kahraman ilan edeceklerdi beni ama gözlerimin önünde ağlara gitmişti işte top.
Yakalamam olanaksızdı belki o topu ama denememiş olmak hayatımın en büyük pişmanlıklarından. 
Deneyin içinizden gelenleri;  olmazsa en azından denedim dersiniz. Yoksa bir ömür keşke...

1 Şubat 2016 Pazartesi

ETKİ!!!

Her maç daha fazla seyirci gelmeye başlar, tribünde popüler simalar, simsarlar görünür. Maç öncesi stat önünde köfteci sayısında bile artış gözlemlenir. Hissedilmeye başlanmıştır şampiyonluk. Makam araçları maç başlamadan dizilirler kapıya. Olası şampiyonlukta destek vermiş olacaklar ya hani o sebepten yani. Tüm şehire yayılır yavaştan yavaştan heyecan. Henüz takım tutma sevdasına erişmemiş çocuklar bu zamanlarda düşerler işte sevdaya. 
Son haftalarda bilet de bulunmaz artık. Kapıya yazdırılan isimler kağıtlara sığmaz. İçten içe kin besleyenler bile içeri girmek için her türlü yalakalığı yaparlar. Karşılıklı tezahürat yapılacak kıvamdadır artık tribünler. Sosyete bile sıra gelse de bağırsak diye hevesle bekler. Bayraklar, pankartlar, koreografiler yaratıcılığın doruğuna ulaşır. 
En vasat görünen oyuncular bile havaya girer işte böyle zamanlarda. Oyuncular, takıma faydalı olabilmek adına canını dişine takar, tribünde gırtlağını parçalarcasına tezahürat yapan taraftarlara nispet yaparcasına. Bilirler ki hafızalarda yer etmek gerekir ucundan,  kıyısından ya da tam ortasından. Atağa kalkarken uğultuyla, coşkuyla, taraftarla beraber kalkılır. Koca stat yek vücut haraket eder. Zor görünen herşey kolaylaşır bir anda. Hep bir ağızdan söylenen şarkılarda tek bir nota şaşmaz, kusursuz bir ses ortaya çıkar. İşte taraftar ve takım da aynı şarkıyı söyler maç bitene kadar hiç susmadan. 
Kimse farkında değildir ama yaşananlar bir sezon veya bir maçtan ibaret değildir. Koca bir şehrin kaderi değişir. Simitçi daha fazla simit satacak, otellere daha fazla müşteri gelecek, statta daha fazla insan çalışacak, maçlardan daha fazla insan dolmuşla evine dönecektir. Kim bilir belki köfteci Hüseyin Abi oğluna istediği bisikleti bile alacaktır şampiyon olunca. 
Kelebek etkisi misali sen bir bilet alırsın, bir başkası forma, bir futbolcu gol atar, bir hakem penaltı çalar,  yapılan her şey sonuçta belki bir çocuğun gülümsemesine belki şampiyonluğa sebep olur. Her ikiside görülmeye değer...